.
Ferdi Tayfur’un ölüm haberiyle karşılaştık geçtiğimiz günlerde. Tam da o aralar kafamda Durdurun Dünyayı şarkısı dönüyordu. Haberlerde işgaller, katliamlar, tecavüzler, kurnazlıklar.. Ve de bunları normalleştirmeye çalışan bir düzen, düzenin başındakiler.. Hırs denilen şeyin yaptırdıklarını görünce dünya durmasa da insanlıktan kaçmak istedim.
Dün de yönetmen David Lynch’in ölüm haberini okuduk. Absürd sanatta ‘Lynchian’ denilen bir tarz yaratan insan. İnsan ruhunu manyetik bir şekilde rezonansa alan, korku filmi değil korkunun filmini yapan bir dahi. Ama bir filmi var ki sımsıcak, yumuşacık: The Straight Story.
Film, uzakta yaşayan kardeşiyle konuşmak için yollara dökülen yaşlı bir adamın, Alvin’in hikâyesini anlatıyor. Kalp krizi geçirince hayatı sorgulamaya başlıyor Alvin, küs olduğu kardeşini düşünmeye başlıyor. Ama artık araba kullanması yasak, parası da yok. İki bastonunu yanına alıp biniyor motorlu çim biçme makinesine. Yanından vızır vızır geçen araçlara aldırmadan “kendi halinde” ilerliyor yol boyunca. Çeşitli hayatlarla, insanlarla karşılaşıyor, sohbetler ediyor.
Prof. Serdar Öztürk’e göre* “ben” hayatın içinde akan bir pratik unsur, çevreyle etkileştiğinde “kendi” teorisi ortaya çıkıyor. Bu etkileşim alanı hem insanları ve diğer canlıları, hem de nesneleri içeriyor. Tıpkı dünyaya geldiğimizde olduğu gibi. Alvin de yıllar sonra kabuğundan çıkarken dünyaya yeniden bakıyor. Kamera ufka doğru kayıp gökyüzünde bir süre kaldığında, onun da ruhunun açıldığını, dönüşüm yolculuğunun başladığını hissediyoruz.
.
Film gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkarak yapılmış. David Lynch belki de gerçek üstü düşünmekten yoruldu, kendi içindeki dünyevi ama sıcacık duyguları yaşamak istedi. Dur ve hisset dedi. Yoldaki bir olay "kendi" olma çelişkilerimizi adeta yüzümüze vuruyor. Bir araba Alvin’in çim makinesini solladıktan sonra çarpma sesiyle irkiliyoruz. Sonradan anlıyoruz ki araba yoldan geçen bir geyiğe çarmış. Alvin yanına gittiğinde sürücü kadın telaşla ağlanıyor: Her gün 30 km gidip geliyorum, son yedi haftada 13 geyik öldürdüm, halbuki geyikleri çok severim.... Durdurun dünyayı diyor iç sesi, ama hasarlı arabasına binip tam gaz yola devam ediyor. Yaşadığı durumdan kaçıyor, ama kendinden kaçabiliyor mu? Hep keskin bıçak...
David Lynch filmlerinde merak duygusu uyandırarak farkındalık düğmelerimize basıyor. Önce ufuklar, sonra sesler... Hemen göstermiyor ne olduğunu. Kamera çimenlikte güneşlenen kadından bir pencereye doğru yöneliyor, bir şeyin düştüğünü duyuyoruz. Sonra anlıyoruz ki Alvin kalp krizi geçirmiş yerde yatıyor. Başka bir sahnede yağmuru ve gök gürültüsünü Alvin ve kızı Rose'un yüzlerindeki yansımalarda deneyimlerken sanki bir şiir okuyoruz. Rose babasını anlamadığında pencereden dışarı bakıyor, cevabı bahçede müziğin duygusal tonlarından alıyoruz...
.
Derken kavuşuyor kardeşine Alvin. Onca ayrılıktan sonra kardeşiyle duygularını paylaşmalarına birkaç kelime yetiyor:
- Beni görmek için mi bindin buna?
- Öyle yaptım, Lyle.
Fazla söze ne hacet...
David Lynch bir röportajında filmlerindeki ritmi nasıl yakaladığını şöyle açıklıyor: Bir metin, bir kitap veya bir senaryo okuduğunuzda, aklınıza bir fikir geldiğinde, onu sevdiğinizde havada bir şey hissedersiniz. İşte ona sarılın. Belki zamanla değişir, çünkü siz de aynı kalmıyorsunuz. Ama o hep sizinle gelir ve sevginizi doğrular.
Bu aslında insan ilişkileri için de geçerli değil mi? Sevdiklerimiz, ister uzakta ister bu dünyaya veda etmiş olsun, bazen bir şarkıda, bazen bir kokuda nasıl da düşüverir gönlümüze. Aslında hiç gitmezler ki...
Sevgiyle kalın.
* Serdar Öztürk - Film Philosophy and Educational Videos: İletişim Mekanları
Yorumlar