Ya da atıp tutmak.
Sözlerim geçenlerde Victor Hugo'nun sefilleri olarak tanımladığım Avrupa'ya dair.
Hele ki Roma anlaşmasının yıldönümünde içten içe tam anlamıyla kabızlık yaşıyor.
Bırakın Türkiye'ye kafa tutmalarını.
Kedi ciğer hikayesi sadece...
Ama biraz içinde olduğunuzda rahat görüyorsunuz gerçekleri...
Mesela bize dair medya özgürlüğü kıstasları koyarlarken Polonya'da daha kısa bir zamana kadar kapı önüne konulan 250’ye yakın medya çalışanına ilişkin tek tepki yok Avrupa'da...
Eee hani nerede kaldı söylem...
Yani salt tribüne oynuyor AB'li politikacılar...
Milliyetçilik ve aşırı sağın hızla ilerlemesi, Brexit sonrasında Trump'un etkisiyle artış gösteren bu radikal yaklaşımın tek hedefi oy.
Bakın dün İngiltere'nin aldığı ayrılma kararına bir kaç yıl içinde Fransa ayak uydurursa kimse şaşırmasın.
Hepsi kendi ulus devletlerini revize etme derdinde.
Tartışadursunlar çok şeyi.
Federalizm, Avrupa ordusu falan filan...
Şu günlerde AB en çok neyi konuşuyor içinde biliyor musunuz?
Yönetemedikleri, insani çözüm bulmadıkları mülteci krizini... Bunda çoğu hem fikir.
Ancak bu eleştiriler ne medyada, ne farklı platformlarda yüksek sesle dile getirilmese de Avrupalı politikacıların en önemli gündemi.
Birçok ülkenin ekonomik sendromu da ortada.
Yunanistan'ı borçlandırmayla ayakta tutuyor.
Hepsi merakla bekliyor.
Temmuz ayında Yunan hükümeti milyar euroluk AB borçlarından acaba ödeme yapabilecek mi?
Yani bakın biz burada kendimizi hiç kasmayalım...
Kendi içlerinde o kadar çok darmaduman olmuşlar ki...
‘Ayranları yok içmeye’ durumundalar anlayacağınız.
Sadece onlara malzeme vermeyelim.
Gerçekten de sürekli kendi içlerinde tartıştıkları ana konu 'yolun sonu mu?'
Bence direkt donu...
Modeli revize etmezlerse o klasik g-stringle dolanır durur orta yerde…
Revizyonu yaparken de komşuyla iyi geçinmeyi öğrenecekler.