Ganyan bayileri ağzına kadar dolu. At yarışlarını kahvelerde TV’ler canlı veriyor. Adam evindeki hane halkı rahat dizi seyredip, zenginliklere alışsın ve kuponu kazanınca çoluk çocuk varlığın, zenginliğin eğitimini alsınlar, yabancılık çekmesinler diye evine bile uğramıyor.
At yarışı hayat tarzı olmuş, kahvede, sokakta, işyerinde herkesin elinde bir bülten, yazıyor da yazıyor.
Birçoğu ganyan bayiine yakın yerde çalışamadığı için son kontörüyle de olsa arkadaşına kupon yazdırıyor. Memleketin yarısı elinde 2 TL ile oynayacağı kupona ortak arıyor.
Ve sen tutup kasapta ve pidecide yakalanan at etlerinden söz ediyorsun. Oğlum beygir herifin hücrelerine işlemiş, etini yese ne olacak, yemese ne olacak?
Belki at eti yiye yiye bu hale gelmiştir, kim bilir? Atını seven kovboylardan, atını yiyen kovboylar sürecine geçmişiz sadece. Sen boş ver atları.
Eşek eti yiyenlerin durumundan haber ver esas. Trafikte tabancayı çekip yol vermeyen sürücüyü 5 yerinden vurup kaçan ne eti yedi?
Karısına 37 bıçak darbesi ile saldıran ne eti yedi?
Bankaları soyup soğana çevirenin ne yediği belli de, buna göz yumanın yediği koyun kaç yaşındaydı?
Kalkan balığı diye dilimlenmiş vatoz yiyenler ne durumda bu arada?
Paketlenmiş angusları yiyenler belli. Tabii ki mesele sadece et değil, ötesi de var. Mesela Mersin gümrüğünde yakalanan GDO’lu pirinçler vardı. Hepsini yedik, gramı bile kalmadı depolarda. Etkisini yavaş yavaş göstermeye başladı.
Midye kabuğu ile genetikleri değiştirilmiş anlaşılan. Yedikçe içimize kapanıp kendi boncuğumuzu yapıyoruz. Duyarsızlaştıkça duyarsızlaşıyor ve etraftan gelen her türlü harekete karşı kabuklarımızı kapatıp kendi iç alemimizde mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz.
Ta ki içimize pirinç doldurulup tezgaha düşünceye değin. Aç kalmayın, GDO’lu kalın...