Gezginlerin yalancısıyım.. Dünyada en yoğun hamam olan bir şehir Bursa... Neden Bursa’da bu kadar hamam var?. Bursa’da hamamların çokluğu, temizlenme ihtiyacından çok, canlı bir sosyal hayatın yaşadığı mekanlar olmasından. Çünkü hamamlarda Bursalılar sadece bedenlerini yıkamıyor, ruhlarını da temizliyor. Çocukluğumun Bursa’sında hamamlar, sosyal hayatın en canlı mekanları idi. Başta düğünler olmak üzere tüm sosyal etkinliklerinde hamamlar çok önemli bir yer taşıyordu.
Hıristiyanlar, yeni doğan çocukları vaftiz havuzuna sokarak, suyun sihriyle tüm günahlarından temizlendiğine inanır. Müslümanlar da tersini yapar. Öldükten sonra yıkar ki, günahsız olarak “tebdil-i mekan” etsin...
Antik dönemde de, Rama ve Bizans döneminde de banyo sıradan bir mekan değildi. Nympe adı ve verilen su perileri insanların hem bedenin, hem de ruhunun temizlenmesi sağlardı hamamda. Tanrılar tanrısı Zeusun kızları olarak da bilinen Nympeler, yeni gelin anlamına de gelirdi. Bu nedenle Roma döneminde yapılan hamamlar ve bu hamamlarda yapılan törenler, aslında bir dinsel ritüeldi.
Roma hamamlarında yapılan o anlı şanlı eğlenceleri, biraz farklarla da olsa bir şekilde günümüze kadar taşıyan Türkler olmuştu. Bursalıların da, yüzlerce yıldır sürdüre geldiği eğlence yaşamı, bize Roma’dan miras kalmıştı. Hamamlar sadece yıkanılan veya eğlenilen bir yer değil, tıpkı türbe ve mescitlerde olduğu gibi adak dilenilen kutsal mekanlar olmuştur. Bursa’daki her hamamın, hatta her kurnasının bir marifeti vardı.
Söylencelere göre; el ve ayağı kötürüm olan hastalar, gece Çekirge Hamamı’na götürülüp yalnız bırakılırmış. Yok, eğer hasta ölecek ise, kazma sesi gelirmiş. Eğer hasta iyi olacaksa içerden havan sesi gelirmiş. Eşinin memur olmasını isteyen kadınlar da bu hamama gelirmiş. Adağı olan kadınlar, hamamı bir günlüğüne kapatıp, dostlarını hamamda yıkatırlar. Bu hamam kadınlar tarafından kutsal ve şifalı olarak tanınmıştır. Nitekim kadı sicil belgelerinde bile, kadınların Çekirge Hamamı’nda yatıya gittikleri ve burada sabahlara kadar eğlendikleri kayıtlıdır. Bugün halen eski hamam geleneği süren en önemli hamam işte bu Çekirge Hamamı’dır.
Bursa Hamam Tarihi
Bursa hamamları, Türklerden önce Romalılar döneminde yapıldığını, yazılı belgelerden öğreniyoruz. Aslında Türklerce kullanılan hamamlar da bize Romalılardan gelmişti.
Roma döneminde, 112 yılında vali Plinius'un İmparator Trianus'a yazdığı birçok mektup, Bursa'da yapılmakta olan bir hamama ilişkindi. Mektuplardan bugün Kavaklı civarında olduğu anlaşılan Bursa’nın bilinen en eski hamamı için imparator birçok vakıf malı ayırıyor. Mektupta vali imparatora şunları yazıyor:
"Bursalıların eski bir hamamı vardır. O da kötü bir durumdadır. İzniniz olursa bu hamamı yeniden yapmak istiyorlar. Bu hamamın yapımı, kentin güzelleşmesi ve saltanatın görkemi anlamına gelir."
Nitekim Bursa Hamamı, senato binası, saray, kütüphane ve tapınağın bulunduğu kent merkezinde olması, hamam kültürünün önemini göstermesi açısından çok önemlidir.
Bursa’da sultanların veya ünlü komutanların kurduğu tüm külliyelerde mutlaka birer hamam yapılmıştır. Evliya Çelebi’ye göre 17. yüzyılda Bursa’da üç bin kadar saray hamamı vardır. Elbette bu bir abartı. 1840’lı yıllarda, uzun yıllar Bursa’daki hamamlar üzerine araştırma yapmış Dr. Bernard ise şunları yazıyor; “Bursa ve civarındaki hamamların, küçük-büyük ev hamamların üç bin kadar olduğu söylenir. Bu sayı olasılıkla abartıdır. Ancak Doğulu’lar hamamı sever.”
1880’li yıllarda Bursa’ya gelen Mari De Lone’ye göre Bursa'da 27 hamam vardır. 1890’lı yıllarda Mehmet Ziya ve 1905 yılında gelen Hasan Taib’e göre de Bursa’da sadece 26 hamam vardır. Sanırım bu sayı, o tarihte faal olan hamam sayısıdır. Nitekim 1927 yılında Bursa'da 50 hamam vardı. Günümüzde ise 37 tarihsel hamam ayakta kalmıştır. Tabi bunlar sadece merkezdeki sayıdır. Ancak yaptığım araştırmada, Bursa’nın eski köylerinin neredeyse tümünde hamam bulunduğunu belirledim. Bazılarında ise ikişer hamam vardır. Bugün köylerdeki tarihi hamam kalıntıların sayısı 100’ü aştığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Gezginlerin Gözüyle Bursa Hamamları
1893 yılında Bursa’ya gelen Max Müller bir hamamı şöyle anlatır: “Biz, 350 yıl önce Kanuni Sultan Süleyman devrinde yapılmış olan hamamların en ünlüsünü ziyaret ettik. Beyler erkekler bölümüne girdi, beni de kadınlar tarafına götürdüler. Tüm hamam son derece nefis desenli, parlak renkli çinilerle kaplanmıştı. Dış odalarda hamamdan sonra, güzel Türk hanımları muhteşem sırma işlemeli, son derece nefis renkli ipekliler içinde sedirlere oturmuş, kahve ve sigaralarını içerek konuşuyor ve dinleniyorlardı. Tabii burada yüzleri açıktı. İkinci bir odada ise, sudan yeni çıkmış hanımlar, henüz giyinmemiş bir durumda, yarı uykuda uzanmış yatıyor. Hamamın iç kısmı o kadar sıcaktı ki, ancak bir dakika durabildim. Yüksek bir kubbe altındaki kocaman havuzda iri, kara gözlerinin büyük bir çelişki oluşturduğu göz kamaştırıcı beyaz tenli kadınlar, çevresine sular saçarak çırpınıyorlardı.”
E. C. A. Schneider adlı misyoner bir kadın, 1841 yılında yayınlanan kitabında, Bursa’daki hamam kültürü konusunda şunları yazıyor:
“Amerika’da eğer kadınlar bir öğleden sonrasını beraber geçirmek isterse, içlerinden birinin evinde toplanır, yada davetlidirler. Burada ise koruluk gibi gölgeli, devamlı buharlı, halk hamamlarına giderler. Yemeklerini de burada, beraberce getirip yerler. Onlara göre bu, dünyadaki en iyi mutluluktur...”
1864 yılında Georges Perrot de, Bursa hamamlarının evdeki banyodan farklı yüzünü anlatır:
“Giriş salonu, hamama girenlerin oturması için tümüyle çarşaf örtülü, yastıklı sedirlerle çevrilidir. Bazen yüzlerce kişinin bulunduğu bu salondaki sessizlik görülecek şeydir. Hamama girenler, Doğu'nun halka açık tüm yerlerinde olduğu gibi burada da kahveciyi görürler. Girişteki salonda, konuklara kahve ve çubuk verilir. Dışarıya çıkıldığı zaman ise, müşteriye -tuvaletini tamamlanması için- sedef kakmalı bir el aynası getirilir. Müşteri, hamamcılara vereceği ufak bir bahşişi aynanın üzerine bırakır. Çünkü bu gelenek, hamamlardan ücretsiz yararlanmamak içindir.”
Düğünlerde Hamam
Çocukluk yıllarımda, düğünler hep hamamda başlardı. Hatta kaynanaların, gelinlerini hamamda görmeleri adettendi. Böylece vücudunda kalıcı bir yara olup-olmadığı görülürdü. Düğünler her zaman “Gelin Hamamı” ile başlardı. Gelinin akrabaları bir gün önceden toplanıp lokumlar pişirir, meyve, sebze ve çerezler hazırlar. Gelinin uzakta oturan akrabaları ve tanıdıkları da çağırılır, misafir edilirdi. O günün sabahı erken kalkılır, tüm konu-komşu hamama çağrılırdı. Damat ve kaynatanın kiraladığı bu hamamda kadınlar birbirlerini yıkardı. Gelini ise anne ile kardeşleri yıkardı. Gelinin saçı kesilir, şarkılar söylenilir, darbuka çalınır, oyunlar oynanırdı. Bir taraftan da önceden hazırladıkları yiyecekleri yerlerdi. Hamamdan çıktıktan sonra arkadaşları ve yeni gelinler gelir, geline pürüze keserlerdi.
Perşembe günü ise bu kez damat hamama götürülürdü. Güveyin çamaşırlarını evinden alınıp, çalgılarla kız tarafına çamaşır almaya gidilirdi. Tepsilerin içinde lokumlar, kızarmış tavuklar, zeytin ve peynirler konulurdu. Güvey hamamdan çıkarken onları birlikte yerlerdi. Biz de çocukluk yıllarımızda işte bu bölümde sahneye çıkarak, getirilen bu yiyeceklerden yerdik. Sonra hep birlikte çalgılar çalınıp, oyunlar oynanarak, damat hamamdan çıkarılırdı. Hatta damat hamama yıkanmaya gitmeden önce, gençler tarafından çalgı ile beraber, çeşme başına götürülüp ıslatılırdı. Hamamdan çıktıktan sonra da dua etmek adettendi.
Aslında bu törenler birer eğlence gibi görünse de, çok eski bir dinsel ritüel idi. Kadın ve erkek hamamda yıkanarak, yepyeni bir hayata başlıyordu. Müslümanlar için de gusül aptesti, namaz gibi bir dinsel riüeldir. Bizans döneminde, bu törenlerin benzerlerinin olduğunu kroniklerinden öğreniyoruz. Bugün bile fahişe kadınların, fahişeliği bırakmak için çok sayıda kadının katıldığı bir törenle, başından kırk tas su dökülmesi ile bakire kadar temizlenmesi, bize Roma’dan miras kalmış bir mirastı.
Bursa’da hamam kültürünün gelişmesi, hamamda kullanılan eşyaların zenginliğini de sağlamıştır. Bugün bile hamam takımları konusunda en büyük üreticisinin neden Bursa olduğu sanıyorsunuz?
Hamam bir Cennet’tir
Pirinç Hanı'nın hemen yanındaki Tavukpazarı Hamamı, Hamamlı Meyhane olarak anılmaktaydı. Çünkü başta Emir Süleyman olmak üzere, Bursa’da saltanat süren bazı sultanların bu hamamda çalgılarla hamam eğlenceleri düzenlendiği söylenmektedir. Hatta kardeşi Musa Çelebi’nin üzerine ordusuyla geldiği defalarca söylenmesine karşın Emir Süleyman, bir türlü hamam eğlencesini terkedip savaşamadığını Osmanlı kronikleri yazıyor. Hatta bazı kaynaklara göre II. Selim’in bir hamam eğlencesi sırasında takunyadan kayıp öldüğü bile söyleniyor.
Türk sultanları için her zaman hamam eğlenceleri cazip gelmiştir. Hatta Bizans İmparatoru Alexios, Selçuk emiri Ebu’l-Kasım’ı İstanbul’a davet ettiğinde, onu hamamlarda düzenlediği eğlencelerle kandırıp, ünlü Eski-Hisar kalesini yaptığını kendi kitabında anlatıyor.
Sadece sultanlar değil, varlıklı Bursalıların da hamam sefaları ünlüdür. Bu konuda özellikle Atpazarı Hamamı çok isim yapmış bir yerdi.
Neden Bursalılar cehennem sıcağındaki bu hamamları bu kadar seviyor, her önemli sosyal olayda hamam yer alıyor? Bursalıların hamamı bu kadar sevmelerinin nedeni bence, yukarıda yazdıklarımın dışında bir şey. Çünkü önceleri Bursa’daki her sosyal sınıfın ayrı bir giysisi vardı. Sokakta, kimin hangi sınıftan bir kişi olduğu hemen giysilerinden anlaşılırdı. Oysa hamamda her sınıftan, farklı din ve milletlerde olan insanlar bir oluyordu. Köle ile özgürü hamamda ayıramazsın... Tıpkı Kabe veya Cennet gibi...