Baban gelirse çağır beni oğul!
- 09-09-2015 18:52
Geçtiğimiz yıllarda birçok kez gittim Çanakkale’nin hala kan kokan topraklarına. Her gittiğimde gerek yerel halktan gerekse oradaki rehberlerden bir çok hikaye dinledim. Bilmem belki de bir parçamın hala Çanakkale’de olduğunu düşünürüm çoğu zaman. Çok özeldir bizim için Çanakkale ve şehitlerimiz. Birlik ve beraberliğe çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde bir yaşanmış bir hikaye anlatmak istedim sizlere;
Kızılca kıyametin koptuğu günlerdi. Adına "Çanakkale" denen destanı yazacak koç yiğitler, dilde Allahuekber, niyetlerde zafer ile düşmüşlerdi cephe yollarına. Vatan ki, emanetti anadan babadan; vatan ki korunmalıydı her ne olursa olsun hain düşmandan.
Düşmana "illallah" dedirtecek er oğlu erlerden biriydi Ali. Anasının en büyük arzusu oğlunun hafızlığını görebilmekti. Ali, gayretlerinin semeresini almış, hafız olmuştu; anasının yüreciği sevinçle dolmuştu. Ağzı dualı Ali'nin anası; "Bir de oğlumun mürüvvetini görsem!" diye geçirdi içinden. Ah bir görebilsem! Köyün, güzel olduğu kadar terbiyeli, hanım hanımcık kızı Adeviye'yi Ali'ye istediler. Adı gibi iyilikseverdi Adeviye…
Çok geçmeden düşman ateşinin gölgesinde sade bir düğünle evlendiler. Adeviye, Ali'yi kendi elleriyle hazırladı cepheye. "Git Ali'm!" dedi Adeviye. "Vatan için, doğacak evladımız için git" dedi. Gitmek lazımdı. Neylersin ki evde oturma zamanı değildi. Vazife kurşun kadar ağırdı. Vatan söz konusu olunca geçilirdi serden, yardan. Ali, hasretini içinin en derin yerine gömüp "Yine geleceğim" dedi sevdiğine ne olursa olsun geleceğim. Silahıyla, silah yoksa süngüsüyle, o da yoksa bedeniyle siper olacaktı ya düşman ateşine. Düşmanı savacak ve dönecekti evine, sevdiğine.
Ali gitmişti bir kış soğuğunda Çanakkale cehennemine. Cepheden şehitlerin haberi tez ulaşıyordu köye. Her haber geldiğinde; "Ali'mden bir haber var mı?" diyordu Adeviye kalbi yerinden fırlarcasına. Bir haber yoktu Ali'den. Sağ mıydı, yaralı mıydı, adı sanı bilinmez bir yerde şehitlerin arasına mı karışmıştı, bilen yoktu. Adeviye günlerce, mevsimlerce bekledi, bekledi Ali’sini bir gün gelecek diye. Oysa ki giden gelmiyordu, acep nedendi? Günler yokluk, kıtlık ve sıkıntıyla geçiyordu. Asker Ali'den iyi veya kötü, bir haber gelmiyordu. Adeviye'nin tesellisi babasının bir kopyası minik yavrusu Cevdet'i olmuştu. Çalan her kapı, duyulan her ayak sesi, Adeviye'nin yüreğini hoplatıyordu. Ya gelen Ali ise. Rüyalarında her daim Ali'yi görüyor, asker kıyafetiyle karşısında o gülen yüzüyle duran Ali'nin yaralarını pansuman ediyordu. Rüyalara sık sık gelen Ali, kendi evine gelmiyordu bir türlü. Babasının bir fotoğrafını görmeden büyüyen Cevdet, yürümeye başlamıştı. Cevdet, Çanakkale'yi anlatan ninnilerle büyümüş; masal yerine, destanlar dinlemişti anasından.
Ülke düşmandan temizleneli yıllar olmuştu. Ali'nin akıbetinden hala haber yoktu. Kolunu, bacağını, bedeninden bir parçasını Çanakkale'de bırakan erler de dönmüştü köylerine. Köylü; "Kocan şehit olmuştur, bekleme artık Ali'yi" diyemedi. Yaslı anacığına acısını unutturmaya çalışan Cevdet büyümüş, iş güç sahibi olmuştu. Adeviye ne vakit bir yere gidecek olsa, "Baban gelirse, çağır beni oğul!" derdi. Komşulara gitse, akrabalara gitse, hep aynı sözü söylüyordu oğluna: "Baban gelirse, çağır beni oğul!"
Günler yerinde durmadı. Zaman çark misali döndü. Alınlarda çizgiler derinleşti, saçlara beyazlıklar aktı. Adeviye, Ali'nin geleceği ümidiyle yaşadı durdu. Her sözünün sonunda Cevdet'e, "Baban gelirse?" diyordu. Adeviye, güçten takatten kesilmişti. Geri dönülmez hastalığın pençesine düşmüştü. İyice ağırlaşmıştı artık. Son demlerinde oğlu Cevdet'i yanına çağırdı, yavaşça; "Oğlum!" dedi. "Bana iyi baktınız. Hakkınızı helal edin. Baban bir gün gelirse ona; 'Annem seni hep bekledi' de" olur mu?
Cevdet'in ve oradakilerin gözlerinden sicim sicim yaşlar boşalırken Adeviye hiç beklenmedik bir şekilde irkilerek doğruldu, yaşlı gözleri kapıya döndü ve gülümseyerek "Geleceğini biliyordum hoş geldin Ali’m, hoş geldin!" diyerek ruhunu teslim etti.
Değil miydi ki şehitler ölmezlerdi, Rab katında diriydiler.