Erhan ERTARMAN

Erhan ERTARMAN

“Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür” Şeb-i Arûs…

“Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür”   Şeb-i Arûs…

Mevleviler, Hz. Mevlânâ'nın eserlerinde, özellikle de gazel ve rubailerinde açıkladığı ölüm anlayışına istinaden, onun vefat gecesini, dünyadan ayrılık gecesi olarak değil, Cenab-ı Hakk'a kavuşma gecesi olarak nitelendirdiler. Bunun için de o geceyi Şeb-i Arûs olarak adlandırdılar ve törenler düzenlediler.

Hz. Mevlânâ'nın vefatının kendisinden sonra Şeb-i Arûs terimiyle adlandırılmasında, Hz. Mevlânâ'nın “Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür” sözü bugünlere kadar gelen bu muazzam törenlerin temelidir.
Mevlana’nın ölüm günü (veya vuslat günü) olan 17 Aralık tarihinde, Mevlana’yı anma amacıyla akşam yapılan törenin adıdır. Her yıl 17 Aralık tarihinde ikindi vaktinden sonra Kur’an-ı Kerim okunarak ve Ayn-ül Cem (toplu olarak Sema töreni) yapılarak gerçekleştirilir. Mevlana’yı anma haftasında yapılan diğer törenlere Sema töreni denilir. Bu yıl 743. Şeb-i Arus törenleri yine tüm heybetiyle gerçekleştirilecek.
Şeb-i Arus kelimesi “Düğün Gecesi” demek. Mevlana ölüm gününü “Hakk’a vuslat” yani “Yaratana Kavuşma” (Düğün Günü-Gecesi) saymıştır, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Ölüm Mevlana için kişinin aslına dönüşü, kaynağının ilahi bir cevher olması nedeniyle “Allah’a dönüş” olarak yorumlar. Bir başka ifadeyle ölüm “cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçmasıdır”. Ölüm, Müslümanlık öncesi Türklerde de aynı şekilde ifade edilir.

Bu sebeple Konya her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlar Aralık ayının da. Mevlana Külliyesi’nin ziyaretçileri hiç eksik olmaz. Gel, ne olursan ol, gel!.. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol, gel!.. Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!.." felsefesi ile kapılarını açar bu muhteşem yapı.
Tefekkür ve tasavvuf tarihimizin ünlü siması Mevlâna Celaleddin Rûmi'nin babası Sultânu'l Ulema Bahauddin Veled, 1231 yılında vefat eder. Vasiyetine uyularak sağlığında sık sık gezintiye geldiği, sur önündeki "Gül Bahçesi" ne gömülür. Daha ilk günden itibaren ziyaret edilmeye başlanılan bu mütevazi kabir, bu günkü muazzam Mevlâna Ma'muresi'nin ilk yapısını teşkil eder.
       Ünlü vezir Muinüddin Pervâne başkanlığındaki bir heyet, babasının yerine posta buyur edilen Mevlâna'ya gelerek, kabrin üzerine, ona yaraşır bir türbe yapmak için başvuruda bulunurlar. Ama Mevlâna "Madem ki senin yapacağın kubbe, feleklerin kubbesinden daha güzel olmayacaktır; O Halde bırak da onun mezarı, bu gök kubbesi ile kalsın; bundan vazgeç." diyerek taraftar olmamıştır.
       Mevlâna, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat edince, babasının başucuna hazırlanan kabre defnedilmiştir.
       Vezir Muinüddin Pervane, eşi Gürci Hatun, Alâmeddin Kayserî, Bedreddin Tebrizî gibi tanınmış kişilerden oluşan bir heyet bu defa onun ihya ve irşad postuna getirilen oğlu Sultan Veled'e başvurarak Mevlâna'nın üzerine ona lâyık bir türbe yapmak istediklerini belirtirler. Sultan Veled, sukût eder. Onun bu tutumunu, "sukût ikrardan gelir" şeklinde yorumlayarak güzel bir türbe inşa ederler. Bu, eyvan tarzında tipik bir Selçuklu türbesidir, üzeri yıldız tonozla örtülüdür. Doğu, Batı ve Güneyi kapalı, kuzeyi açıktır. Naaşı, mahzendedir. Onu, üst kattaki sanduka sembolize eder. Üzerine, Selçuklu ahşap sanatının muhteşem örneklerinden olan görkemli bir sanduka yerleştirilir. Onun bu sandukası günümüzde babasının üzerindedir. Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled 1312 tarihinde vefat edince, babasının sağ yanına defnedilmiştir.
       Mahzen hariç, mimar Bedreddin Tebrizi'nin yaptığı türbe hayli değişikliğe uğramıştır. Günümüzde türbenin "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Türbe) diye anılmasını sağlayan yeşil çinilerle kaplı dilimli gövdeli ve külahlı muhteşem gövde ilk türbenin üzerine Karamanoğlu Ali Bey tarafından yaptırılmıştır.
       Mahzenin gövde ayaklarının, kemerlerin, yıldız tonozlu örtünün ve bunu örten içte kalmış olduğu kubbenin ilk yapıdan kalmış, diğer kısımlarının mimari büyük değişiklikler gördüğünü bildiğimiz türbe, 25 m yükseklikte. Sikkeli, hilalli, külah alemi, 2.72 m boyunda olup, altınsuyu ile kaplıdır.
       Mevlâna'nın kabir ve türbesi, zaman içerisinde yakınlarının, dostlarının ve müntesiplerinin kabirleri ile donatılarak Konya'nın en büyük mezarlıklarından biri oluşmuştur. Ziyaretçilerin ihtiyacını karşılamak üzere de hücreler inşa edilmiştir. Bu yapılanma yedi asrı aşan sürede günümüzdeki muazzam ma'mureyi (yapı) meydana getirmiştir.

        Mevlâna Külliyesi'nin dört yönde birer dış kapısı vardır. Dervişân Kapısı günümüzde ziyaretçilerin kullandığı batıdaki kapıdır. Dervişler buradan girip çıktıkları için bu adı almıştır. Buradan, vaktiyle mezarlık olduğu için "Hâmûşân" diye anılan geniş avluya geçilir. Hâmûşân Kapısı güneydedir. Tarihî Türbe (Üçler) Mezarlığı'na açıldığı için bu adla bilinir. Üzerinde Sultan II. Abdulhamid'in tuğrası mevcuttur. Pir Kapısı doğudadır."Küstâhân Kapısı" diye anılır. Görülen lüzum üzerine külliyede kalması uygun bulunmayan veya bu hakkı kaybedenler bu kapıdan yavaşça dışarıya buyur edilerek kendisine "seyyah" verilirdi. "Çelebi Kapısı" kuzeydedir. Bu yönde bulunan konaklarda oturan Çelebiler kullandığı için bu adı almıştır. 6225 m2 lik bir alana sahip bulunan "Konya Mevlâna Kulliyesi" bu dış kapılarla çalışıyordu.

Küçük odacıklar olan derviş hücreleri, tarikat mensuplarına tahsis edilmişti. Sultanu'l Ulema'nın kabrinin teşkilinden itibaren gelmeye başlayan ziyaretçilerin kalması için birkaç hücre yaptırıldığını biliniyor. Bugünküler Osmanlı dönemine aittir. Batıdakileri Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan bu özel mekânlar, zaman içerisinde bazı tamir ve tadilatlarla günümüzdeki şekil ve görevlerini almışlar. Sultan III. Murad'ın 1584 yılında diğer hücreleri inşa ve ilave ettirdiğini kitabesinden öğreniyoruz. Hücrelerin toplam sayısı 18'dir. "18" rakamı ise Mevlevilikte önemli, saygın ve sembolik bir sayı olup, "Nezr-i Mevlâna " diye bilinmekte.
Derviş Kapısı'ndan girerken sağ taraftaki hücreler, sırasyla: "Aşçı-başı Efendiye", "Türbedar" a, "Tarikatçi Efendi'ye" ve zâbitana aitti. Kuzeydeki hücrelerin gerisindeki bahçede görülen genişçe bina, "Çelebi Dairesi" diye de anılan misafirhanedir.
Güney batı köşede, mutfağın bitişiğinde Meydan-ı Şerif yer almakta. Şimdilerde müdür odası olarak kullanılmakta. 1867 yılında inşa edilen bu son derece önemli salonun tavanı motiflerle süslü. Herkesin girmesi uygun olmayan bu mekan da "Postnişin Hazretleri" ile davet ettiği şahıslar girebilirdi. Başta âsitâne olmak üzere imparatorluğun dört bir yanına yayılmış bulunan, toplam sayıları yüzü aşkın şubelerin işleri burada görüşülürdü. Yönetimle ilgili işler, mükâfaat ve mücâzaat konuları bu mahrem ve saygın mekan da ele alınarak karara bağlanırdı.

  Mutfak İki tanedir. Biri eski mutfak olup, kuzeydeki bahçede, Çelebi dairesinin yanındadır. İkincisi ise batıdaki avlunun güney batı köşesindedir. Meydân-ı Şerif ile birkaç odacığa bitişiktir. Bodrumun da kiler bulunan bu önemli yapı, tam teşekküllüdür. "Ocakbaşı", yemek yenen "Somatlık" gibi, hizmetlilerin kaldığı "Canlar Odası" da buradadır.
"Mutfak" hem aşın hem de tarikata girmek isteyen adayın kontrol edilip, ruhen pişirildiği gözde mekândır. Mübarek tutulur. Adayın kendisini denemek için belli bir süre kaldığı postun bulunduğu seki de mutfağın önemli müştemilatındandır. Mutfağın en yetkili yöneticisi, son derecede önemli makama sahip bulunan "Ateş-baz Velî" unvanıyla anılan şahıstı. Adayın kontrollerle liyakat derecesini o tayin ederek, kalıp kalmayacağını o teklif eder idi. Onayı alana hücrede yer gösterilirdi. Dervişliğe kabul edilen kişiye "Sema" talimleri de Somatlık daki özel yerde yaptırılırdı.

       Çelebi dairesi; Güneyde, Kıbâbu'l Aktâb'ın duvarına bitişik, Hâmuşân'a nâzır olarak sonradan yapılmış, kagir, camekânlı, genişçe mekân. Meşhur "Niyaz Penceresi" de burada kalmıştır. Dergah şeyhleri, uluları misafir ve görüşme salonu iken günümüzde 'Mevlâna Müzesi İhtisas Kütüphânesi' olarak kullanılmakta.        

Kütüphanenin tesisini, 1271 /1854 yılında Mehmed Said Hemdem Çelebi gerçekleştirmiştir. külliyeye ait okunmak üzere alınmış olan ne kadar eser varsa hepsini toplatarak bir araya getirtmiştir. Dervişlerde, Çelebilerde, dolaplarda, sergenlerde, raflarda, hücrelerde bulunarak derlenen bu nâdide eserlere özel kütüphanesini de bağışlayıp katan Hemdem Çelebi böylece bir büyük hizmeti daha gerçekleştirmiştir.

       Misafirhane; kuzey batı tarafındaki bahçede bu yöndeki derviş hücrelerinin arkasındadır. Tek katlı olup, dört oda ve bir de salondan meydana gelmiş kagir binadır. Postnişîn Efendi, cuma ve bayram tebriklerini burada kabul ettiği için buraya "Şeyh Dairesi" denildiği de olmuştur.

       Külliye dört tarafı avluludur. Bunlar: I. 'Hadîkatu'l Ervah' (Ruhlar Bahçesi). Batıdadır. Şadırvan ve havuz buradadır. II. 'Hâmuşân;' Güneydedir. Ortasında küçük bir havuz vardır. Türbe mezarlık tarafında olduğu için bu adı almıştır. III. 'Doğu Avlu:' Doğu taraftaki bu avluda şimdi mezar taşları sergilenmektedir. IV. 'Kuzey Avlu:' Bu tarafta yer alan gül bahçesinden ingin bir duvarla ayrılmış durumdadır. "Çelebiler Kapısı" ve "Valideler Mezarlığı" buradadır.
Avluların hepsi de önceleri ünlü Mevlevîlerin gömüldükleri mezarlık durumunda idiler. 1927 yılında müze olarak yapılan düzenlemeler sırasında, taşları doğu avluya nakledilerek buralar, bahçe haline getirilmişlerdir. Hürrem Paşa, Sinan Paşa, Hasan Paşa, Fatma Hatun ve Mehmet Bey Türbeleri de avlularda yer alan Osmanlı eserlerinden.

       Şeb-i Arus havuzu batı avluda, mutfak ve Meydan-ı Şerif'in önündedir. Eski takvimle, Mevlâna'nın vefatının yaz mevsimine rastladığı yıl dönümlerinde törenler bu havuzun çevresinde yapılırdı.
       Şadırvan, batıdaki avlu olan Hadîkatu'l Ervah'da bulunmaktadır. Ortasındaki yekpâre mermer havuz, Ulu Arif Çelebi'ye, Kütahya'dan hediye olarak gönderilmiş olup, şadırvanın yapımında buraya yerleştirilmiştir. Su, Yavuz Sultan Selim tarafından getirilmiştir. Buna dair kitabesi güneydedir. Onarımlar görmüştür. Üzeri sayvanla örtülüdür.

       Tilavet Odası; türbe ve mezarların bulunduğu kapalı mekânlara girişi sağlayan odadır. "Okuma Odası" olarak kullanılmıştır. Günümüzde Osmanlı döneminin ünlü hattatlarının nâdide eserleri, Harem-i Şerif maketi, kündekâri kapak gibi müzelik eşyalar sergilenmekte. Buradan "Gümüş Kapı" ile "Kademât-ı Pir" denilen mekana geçilir. Mevlevi kültüründe önemli yeri olan "Gümüş Kapı" Sokulu Mehmet Paşanın oğlu Hasan Paşa tarafından hediye edilmiştir. Hat ve tezyinatla bezelidir.
Gümüş kapıdan doğuya doğru, Mevlâna'nın türbesi önüne kadar uzanan mekâna “Kademat-ı Pir denilmektedir. Güneyinde, paralel olarak "Kibabu-l Aktab" yer alır. Kuzeyinde mescid, Horasan erleri ve semahâne bulunmaktadır. Üzeri üç kubbe ile örtülüdür. "Dahil-i Uşşâk" diye de bilinir. Mevlâna'nın türbesinin önündeki Post Kubbesinin altında sona erer.
"Kutupların Kubbeleri" anlamına gelen Kibabu-l Aktab, Mevlâna yakınlarının ve ünlü Mevlevîlerin sandukalarının bulunduğu yer olup genişçe iki kubbe ile örtülüdür. Duvarları hat ve motiflerle süslenmiştir.
    Kuzeyi açık eyvan tarzındaki Mevlâna türbesinin bu yönünde Gümüş Kafes bulunur. İki fil ayağının arasındaki mermer şebekelerin ortasındadır. Gümüşle kaplı olduğu için bu adı almıştır. Önünde "Gümüş Eşik" ve "Gümüş Basamaklar" (Mirâc-ı Sîm-pâye) bulunmaktadır. Bunların altında, türbenin mahzenine inişi sağlayan merdiven varsa da mahzen kapısı örülü durumdadır.
Mevlevilerce son derecede önemli olan "Gümüş Kafes", Maraş Mir-i Mírânı Mahmud Paşa tarafından, kalem-kâr İlyas'a yaptırılmıştır. Son derecede zarif ve gayet sanatlı olarak meydana getirilmiş olan bu eserin üzerinde, şair Mâni'nin 32 beyitlik Türkçe manzumesi yazılıdır. Yazı, Mirza Ali'ye aittir.

Gümüş Kapı'dan, Dâhil-i Uşşâk'a girilince solda vaktiyle kandil, şamdan ve mumların bulundurulduğu yere “Çerağ Kapısı” denilmekte. Mescid'e açılır.
Mescid, Dahil-i Uşşâk'ın kuzeyindedir. Semahâne ile müşterek yapılmıştır. Her ikisi de Kanuni Sultan Süleyman zamanına aittir. Üzeri yüksek geniş ve ferah bir kubbeyle örtülüdür. Mermer kürsüsü, mihrabı, kagir müezzin mahfili dikkati çekecek muhteşem. Günümüzde Sakal-ı Şerif, nâdide yazma eserler ve müzelik değeri büyük olan eşyalar sergilenmekte.
Mescidin doğu bitişiğinde ”Semahane” yer almakta. Mimari yönden Kânuni Devri özelliklerini taşır. Üzeri geniş ve ferah bir kubbeyle örtülü olup, altında bulunan geniş mekân semâ yapılan Meydan-ı Şerif'tir. Doğu ve kuzeyinde Sultan II. Abdülhamit'in inşa ettirdiği iki katlı mahfiller yer almıştır. Semahâne ve mescidin kubbe ve duvarlarında yer alan sıra ve pencereler içeriye ferah bir görüntü kazandırırlar. "Şeriat" ve "Tarikat" sembolleri olan bu iki mekânın arasında ingin bir süs duvarı mevcuttur. Bunun süslü, az yüksek ve kapılı olması, "Şeriat" ile "Tarikat" birliğini ve beraberliğini de sembolize eder.
Her iki mekândaki vitrinlerde Mevlâna yakınları ve Mevlevîlere ait nâdide eşyalar, folklorik, etnografik malzemeler sergilenmekte.
       
Mevlâna Külliyesine yedi yüz yıllık tarihi içerisinde birçok sosyal, dini ve kültürel yapılar eklenmişr. Kürkçüler Hamamı, Selimiye Camii, İmaret, Yusuf Ağa Kütüphanesi, Muvakkıthâne, Sultan Veled Medresesi bunlarda. Bir kısmı son yarım asır içerisinde maalesef kaybolmuş. Bu gün yurdumuzun Topkapı Sarayı'ndan sonra en çok ziyaretçisi olan müzesi.
Şeb-i Arûs’un muhteşem törenlerini yerinde izlemek, Mevlana Külliyesini ziyaret etmek gelmişken etli ekmeğin tadına bakmak istiyorsanız gelin, ne olursanız olun, gelin Konya sizleri bekliyor…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ