“Somun! Mü’minler somun!”
- 23-01-2025 08:21
- 21-02-2025 18:39
Evliyalar şehir olarak da anılır bu “Ulu Şehir” her köşesinde tarihin izlerini taşırken dolaştığınız her sokak, her köşe bir şeyler anlatır sizlere. Kavaklı caddesinden geçerek surların arasına saklanmış evlerin süslediği Taht-ı Kale kapıdan çıktığınızda Uludağ eteklerine doğru bir huzur yeli eser, bu rüzgarı takip ettiğinizde iki gözlü küçücük fırından yayılan somunun kokusunu duyarsınız adeta. Bu topraklar nice evliyânın, âlimlerin, dervişlerin mekanı oldu. 1331 senesinde Kayseri’de doğdu Somuncu Baba. tefsîr, fıkıh ilimlerinde ve tasavvuf da çok yükseldi.

Babasının vefatın dan sonra Şam’a giderek, “Hankâh-ı Bâyezîdiyye” de ilim öğrendi. Tasavvuf yoluna girdi. Orada pek çok velilerin sohbetlerine katıldı. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuştu. Şeyhi, bir gün Hâmid-i Aksarâyî’ye (Somuncu Baba); “Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü teâlânın dinini, insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!” buyurdu. Büyük bir alim ve veliyy olarak Kayseri’ye döndü.

Kayseri’de insanlara Allah’ın emirlerini ve yasaklarını öğretmeye başladı. Talebeleri, ondan feyz almağa, sohbetleriyle şereflenmeğe başladılar. Somuncu Baba, bir gün çok sevdiği talebelerinden Şücâ-i Karamânî’yi huzuruna çağırarak; “Ankara’da Nu’mân isminde bir müderris vardır. Onu bulup buraya davet ediniz” buyurdu. Şücâ-i Karamânî de hocasının emrini yerine getirmek için Ankara’ya gidip, durumu bildirdi. Müderris Nu’mân hazretleri; “Bu dâvete icabet lâzımdır” diyerek, beraberce Kayseri’ye geldiler. Kurban bayramı günü buluştukları için, hocası ona “Bayram” lakabını verdi. Müderris Nu’mân, Hâmideddîn hazretlerini görüp sohbetlerini dinleyince, onun ne büyük bir âlim ve evliyâ olduğunu anladı. Kısa zamanda pekçok kerâmetlerini de görünce, daha çok bağlandı. Onun teveccühleri altında yetişmeğe başladı. Hocasından zâhirî ve bâtınî ilimler öğrenerek kısa zamanda büyük mesafeler katetti. Birgün hocası; “Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş velîleri ve derecelerini de gördün. Hangisini murad edersen onu seç!” buyurdu. Hacı Bayram da, velilerin yüksek hâllerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Zamanının büyük velilerinden oldu.
Hâmideddîn hazretleri, manevi bir emir üzerine Tebrîz’e gitti. Tebrîz’den de Anadolu’ya gelip, Bursa’ya yerleşti. Hacı Bayram-ı Velî, sık sık Bursa’ya gelip hocasını ziyâret ederdi. Hâmideddîn hazretleri, Bursa’da bir ümmi gibi hareket edip, ilminin varlığını kimseye söylemedi.
Bursa’da bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak; “Somun! Mü’minler somun!” diye söyler, geçimini bu yolla sağlardı. Halk, bu fırıncıya “Somuncu Baba” der ve onun pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazdı. Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırlardı. Somuncu Baba’nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civarında olup, iki gözlü idür. Fırının bitişiğinde de, ibadet ettiği bir odası vardır. Odanın kıble yönünde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir Çilehanesi mevcuttur. Hâmideddîn hazretleri durumunu Bursa’da kimseye bildirmedi. Hep, halk içinde Hak ile olmağa gayret etti.
Somuncu Baba, bir gün fırına ekmeklerini sürdü. Pişmesini beklerken, yanına Padişah Yıldırım Bayezid Hân’ın damadı Seyyid Emir Sultan geldi. Elinde bir çömlekle; “Selâmün aleyküm baba!” dedi. O da; “Ve aleyküm selâm” diyerek birbirlerine bakıştılar. Başka hiçbir kelime konuşmadan tanıştılar. Emir Sultan, elindeki yemek çömleğini Somuncu Baba’ya verip, içindekinin pişirilmesini rica etti. Somuncu Baba, kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de, çömleği fırına sokamadı. Bir daha denedi, yine olmayınca, Emir Sultan’a döndü ve; “Anladım ki bu çömleği fırına sen süreceksin!” dedi. Emir Sultan; “Peki” diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü. Fakat fırında hiç ateş yoktu. Somuncu Baba fırının ağzını kapattıktan sonra; “Birazdan pişer bekleyiniz” buyurdu. Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı. Fırında hiç ateş olmadığı hâlde yemeğin piştiğini gören Emir Sultan, Somuncu Baba’nın büyük velilerden olduğunu anladı. Orada tasavvuf üzerinde bir miktar sohbet ederek dost oldular.

Yıldırım Bayezid Hân, Niğbolu zaferinden sonra Bursa’da Ulu Cami’yi yaptırmaya başladı. Caminin inşası sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba temin etti. Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cuma günü açılış merasimi yapılacağını ilan edildi. O gün başta Padişah Yıldırım Bayezid, damadı büyük alim ve veli Seyyid Emir Sultan, Molla Fenâri hazretleri, ulemadan pek çok kimse ve Bursalılar Ulu Cami’yi doldurdular. Yıldırım Bayezid, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emir Sultan’a görevi verdiğinde, Emir Sultan; “Sultanım! Zamanın büyük âlimi burada iken, bizim hutbe okumamız uygun değildir. Bu cami-i şerifin açılış hutbesini okumaya layık olan zat şu kimsedir” diyerek, Somuncu Baba’yı gösterdi. “Şöhret afettir” hadis-i şerifini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Padişahın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emir Sultan’ın yanına gelince; “Ey Emir’im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?” dedi. O da; “Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım” cevabını verdi. Cemaat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba’nın hutbesini merakla bekliyordu. Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe okudu ki, o zamana kadar Bursalılar öyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi. Bursalılar, ancak bundan sonra Somuncu Baba’nın büyüklüğünü anladılar. Somuncu Baba, hutbede; “Bazı alimlerin, Fâtiha-i şerîfenin tefsirinde anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu surenin tefsirini yapalım” buyurarak, Fâtiha suresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsirini yaptı. Nice hikmetli sözler söyledi ki, herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Başta Molla Fenâri hazretleri; “Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha suresinin tefsirindeki güçlük ve zorluğu keramet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsir, adil bir şahittir. Fâtiha’nın ilk tefsirini cemaatin hepsi anladı. İkinci tefsirini bir kısmı anladı, üçüncü tefsiri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yok idi” demekten kendini alamadı. Cuma namazından sonra bütün cemaat bu büyük alimin elini öpmek ve duasını almak istiyordu. Cemaatin bu arzusunu kıramayan Hâmid-i Velî hazretleri, kapıda durdu. Ulu Cami’in üç kapısından çıkan herkes; “Ben Somuncu Baba’nın elini öpmekle şereflendim” diyordu. Somuncu Baba, yine keramet göstererek, Allah’ın izniyle her üç kapıda da aynı anda bulunarak cemaate dua da bulunmuştu.
Somuncu Baba, durumunun anlaşılması üzerine; “Sırrımız herkes tarafından anlaşıldı” diyerek, Bursa’dan gitmek istedi. Bir sabah erkenden Gavas Paşa Medresesi’nden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba’nın Bursa’dan gittiğini öğrenen Molla Fenâri, bir çınarın yanında onlara yetişti. Gitmeyip Bursa’da kalması için çok yalvardı, ricalarda bulundu ise de kabul ettiremedi. Sonunda, Bursalılara dua etmesini istedi. Somuncu Baba, bu çınarın yanında Bursa’ya dönerek, feyizli, bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için dua etti ve vedalaşarak ayrıldılar. Bursa’da bu çınarın bulunduğu bölgeye “Dua çınarı” denildi.
Somuncu Baba, bugünkü Aksaray iline geldi. Burada ömrünün sonuna kadar İslamiyeti yaymak için uğraştı. Aksaraylıların gönüllerinde erişilmesi güç olan bir yere erişti. Artık ona Hâmid-i Aksarâyî denilmeğe başlanmışdı. Hacı Bayram’ı Velî ile hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hacı Bayram’ı kendisine halife, vekil tayin etti.
Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, tarih 1412 yılını gösterdiğinde dostları ve talebeleriyle helalleşti. İki rekat namaz kıldıktan sonra, uzun uzun dua etti. Sonra Kelime-i şehâdet Hakkın rahmetine kavuştu. Cenaze namazını Hacı Bayram-ı Velî kıldırdı.
