Bitpazarı’nda Koltukçular
“Koltukçuluk”, dükkanı olmamasına karşın Bitpazarı’nda ayakta eşya satanlara verilen bir addı. Bitpazarı’na gelen mallar, alanındaki çınar dibinde müzayede yapılıp haraç-mezat mal satışlarına giren bu koltukçular, aldıkları malları, dükkan sahibi esnafa satarlardı. Müzayedeye girişleri tek başlarına, yada ortaklaşa olurdu. Zaman zaman satılan malın değeri konusunda, aralarında anlaşamayıp yüksek fiyatlara çıktıklarında şiddetli tartışmalar yaşanırdı. Ancak çarşı esnafından olup dükkan sahipleri de, bu müzayedelere girdiklerinde, kendi ihtiyacı olan bir eşyayı almak isteyenlere anlayış gösterir, onları uygun fiyata almalarını sağlanırdı. Bazen de onların namına malı alıp, aldıkları fiyata ihtiyaç sahibine verirlerdi.
Hoşlanmadıkları bir esnafa ise, yada bu alımlardan ticaret amacı güden birisini ise, müzayedeye sokmazlar, yada aldığı malın fiyatını yükselterek arttırmayı kızıştırırlardı. Antika, eski eser olma ihtimali olan malların satışı ise çok farklı olurdu. Antika mallar, mezata düşmeden önce Kocabaş Hüseyin’e giderdi. Bu kişi, Bursa’nın değil, ülkemizin en önemli antikacısı idi. Koç Müzesi’nin temeli, bu kişiden alınan antikalar oluşturmuştu.
Mezata gelen ve uzmanlık isteyen bir mal, ekspertizin verdiği bilgilerle çok farklı, uzun bir alım-satım süreci yaşanırdı. Mezata gelen özel eşyalar, Kayhan Çarşısı’nda, şimdi Bıçakçılar Çarşısı olan yerde tebhirhaneye gidip, ütüden geçirilep mühürlenirdi. Bu ütüleme, ilaçlama demektir. Bu tür mallar temizlenip ilaçlandıktan sonra mezata getirilirdi.
Uzun-Boşnak Vehbi
1955’li yıllardan itibaren Bitpazarı’nda, Uzun Vehbi yada Boşnak Vehbi olarak anılan Vehbi ile, Sarı Lütfü diye anılan iki ünlü dayı vardı. Uzun Vehbi iki metreye yakın boyda, bildiğiniz bitirim kıyafetlerde; belinde kuşak, yumurta topuk, mutlaka arkası basılmış ayakkabı giyen devasa bir adamdı. Esrar içer, hap kullanır, umumhaneden dost tutar, koltukçuluk yapardı.
Uzun Vehbi, Bitpazarı’nda barındıktan sonra ömrünün son yıllarını, açık çarşıdaki, eski Turan Pastanesi yanındaki bir girintide, dört-beş metrekarelik bir dükkanda, elbisecilik yapan kardeşinin yanında geçirmişti.
Uzun Vehbi sık sık umumhanede olay çıkarırdı. Bir keresinde de, Yıldız Kahve’yi dağıtıp varilden yapılmış kocaman bir sobayı bir tekmede havalandırıp devirmiş. Kültürpark’ta pavyon dağıtmış, olayı bastırmaya gelen polis cipini de tahrip edip uzaklaştığı, daha sonra bir ifade verip kurtulduğu söylenir.
Uzun Vehbi ile Makineci Zeki Bitpazarı’nda müthiş bir kavga yapmış. Makineci Zeki’nin Vehbi’nin üzerine dikiş makinesi mili fırlatmış. Kavgayı izleyenlerden biri olan isimsiz okurumuz, o itişip-kakışmalarda, tokatlaşmalar sırasında Uzun Vehbi’nin hâlâ ceketinin omzunda olduğunu hatırlıyor. “Heyyt” diye çeketini atıp koca bir sustalı elinde belirlenince, ortalık karışmış. Şimdiki Sencer Karakolu’ndaki eski emniyet amirliğinin tüm polisleri, aradaki 300 metrelik mesafeyi aşıp çarşıya geldiğinde ise, herkesi işinde-gücünde görmüşler. Polisler hiç bir şey anlayamamış. Çarşının bekçisi de, tüm olayı görmesine rağmen polislere: “Bir şey yok. Hayrola?” falan demiş. Bu olaydan sonra, Vehbi’nin Zeki’yi vurmamasını, genç ve esnaftan olduğu için bağışladığı söylenir.
Sarı Lütfü
Sarı Lütfü ise Bitpazarı Yeniyol girişinin, şimdiki Topuzoğulları beyaz eşya dükkanının bulunduğu yerde bulunan otelde kalan biriydi. Yada otel sahibinin oğluydu… Otelin önünde, çoğunlukla da Bitpazarı’nın girişindeki sol köşede otururdu. Rahmetli Taner Altınmakas’ın babasının elbiseci dükkanının önünde, alçak hasır sandalyesinde otururdu. Sarı Lütfü de, klasik bitirim giysileri giyerdi. Giydiği giysilerin kumaşı çok kaliteli olur, kuşak sarmaz, ayakkabılarının arkası ise her zaman basık olurdu.
Okçular Çarşısı’na girişindeki eski Arıburnu Meyhanesi (Bugünkü Telefoncular çarşısı) olan büyük binanın eski sahibi Kâzım Bey, Atıcılar’daki şeftali bahçesini, Diyaroğulları’na satınca, onlar da Tunceli’den işçi getirip çiftliğe yerleştirmişler. İşte bu Tunceli’den gelen çiftlik kâhyası; görkemli posbıyıkları, ilginç kıyafetleri ve dayı tavırları ile Bitpazarı’nın müdavimi, çarşının yeni bitirimi olmuştu… Yada semtin efeleri öyle sanmıştı.
Bu Tuncelili efeler, Demirciler Çarşısı’na girişteki sol köşedeki kahvenin önüne oturmaktaydı. Oradan hem Yeniyol’daki patronlarının binasını, hem de Bitpazarı Meydanını görüp çaylarını içerlerdi.
Tavırlarından rahatsızlık hisseden Sarı Lütfü, bu kâhyanın bıyıklarını tuttuğu gibi dudağını yırtarcasına yukarı doğru kaldırıp çekişmiş, ancak ne kahya, ne de diğer Tunceliler ona uymamış... Sarı Lütfü ciğer hastalığından ölmüş.
Dondurmacı Eyüp
Bitpazarı’nın bir diğer bitirimi “Dondurmacı” lâkaplı Eyüp Ergen’dir. Babaları çok efendi olup şimdiki Bitpazarı tuvaletleri yanındaki iki katlı ahşap binanın alt katında küçük bir dükkanda pideli köfte yaparmış. Küçük kardeşleri Mustafa babanın yanında çalışıyor, Eyüp ve ortanca kardeş koltukçuluk yaparmış.
Dondurmacı Eyüp, yıllarca kaldığı hapishanede ciğerlerindeki rahatsızlıktan ölmüş, ortanca kardeş ise, ünlü Batpazarı yangınlarından birinin kundakçısı olduğu söylenir. Eyüp, kardeşlerinin bitirim olmasını istememiş, onları aralarına almamaya özen göstermiş, “adam olmalarına” fırsat vermiş. Bunu da sürekli, hem onlara ve hem çevresine hissettirmiş.
Kazıklılı Halil
1954 yılından sonra, o yıllarda Kazıklı köyünde, Debreli Hasan namlı köylünün Rüstem, Hacı, Halil adlı üç bitirim oğlu vardı. Kazıklılı Halil en büyükleri olup adı Kayakent, Pamuk Niyazi ve diğerleriyle birlikte anılır efelerdendi. Bursa’ya çifte tabancayla gelir, tabancanın birini otobüs yazıhanesinde veya esnafın birinde bırakır, diğeriyle dolaşırmış. Üzerindekini silah bir arama sırasında atmak zorunda kalırsa, diğerini beline koyup öyle köye dönermiş.
Son yıllarında Bursa’ya yerleşmiş olan Kazıklılı Halil, birçok çatışmaya girmiş ünlü bir efeydi. İsimsiz okurumuz, bir çatışma sonucu yaralanan Halil’i hastanede ziyarete gittiğinde, elleri kelepçeli jandarmalar arasında görüşmüş.
Bu görüşmesinde ipek gömleğinde bir kırmızı yama görmüş. Bunun ne olduğunu sorduğunda ise:
“Gölüm yengen dikti. Kanımı unutmamayım diye işaret. Hem kurşunu da çıkartmadım” diyerek, deri altındaki çıkarılmamış kurşunu ellettirmiş. Bunu ancak öcü alınınca çıkartılacağını söylemiş. Girdiği çatışmada ise bir ölü iki yaralı varmış.
Sarı Kenan, Kara Veli ve Dayı Lütfü
Bitpazarı’nda 1945 yılından önce Sarı Kenan adlı bir efe vardı. Hem işi iyi, hem de ailesi varlıklı olan bu efe, kalabalık ailesini beslermiş. Çok yakışıklı olup İstanbul’a göçüp bir serveti içki alemlerinde yiyip bitirmiş. Yokluk içinde ölmüş. İki de yıkın arkadaşı varmış. Kara Veli dükkan sahibiymiş. Dayı Lütfü ise Mudanyalı terzi olup Bursa’da esip gürlerlermiş. Ama çok önemli vukuatları yokmuş. Genellikle kahve basmak, belediye çay bahçesini dağıtmak gibi eylemleri varmış. Bir de, Demirtaş Meslek Lisesi karşısında önceleri bulunan Deveciler Mezarlığı’nda, önceden randevulu bir çatışmaya girmiş. Ancak bu efelerin ikisi de sigara içki içmez, beş vakit namaz kılarlarmış.
Kara Veli çok sinirli bir kişi olup pek konuşmaz, yüzü gülmez, çiçek bozuğu suratı ile insanların çekindiği biriymiş. Badem bıyıkları varmış. 1945 yılından sonra efeliği bırakmış. Sarı Kenan’ın da yeğeni olduğu için herkes ona saygı gösterirmiş. Uzun Vehbi, Dondurmacı Eyüp, Benli Halil gibi ünlü efeler kendisine saygıyla selam vermesine rağmen o, mırıldanır gibi anlaşılmaz sözler söyler, başını bile kaldırmaz, yürür gidermiş. İki ekmek bile alsa taşımaz, zembil içinde çırağına verir, iki adım arkasından taşıtırmış. Tespih elinden eksik olmaz, “ceberrut suratlı” biriymiş.
Bursa dayılarının raconu
İstanbul dayılarıyla Bursa dayıları arasında pek bilinmeyen bir racon varmış: İstanbullular bir iş ya da bir duruşma gibi nedenlerle Bursa’ya gelecek olduklarında Bursa’daki efelere mutlaka haber verirlermiş. İstanbul’daki efelerin Bursa’ya habersiz gelişi duyulur, görülürse; bölge ihlali olarak görülür, saygısızlık ve kötü niyete yorulur, ona göre vaziyet alınırmış.
İstanbul efeleri Bursa’ya geleceğini haber verdiklerinde ise, hemen kent girişinde karşılanır, onlara yardımcı olunurmuş. O tarihteki Bursa girişlerinde yapılan kontroller nedeniyle silahları emanete bırakmak gerektiğinden, şehirde boş dolaşmasınlar diye Bursa’daki efeler onlara yeni, temiz silahlar sağlarlarmış. Misafir edilen İstanbul efeleri isteklerine göre pavyona yada kumara götürülürmüş. İstanbul efelerinin Bursa’daki işleri akçeli (para) işlerse, yardımcı olan ev sahiplerine pay çıkarırlarmış.
Artık belinde kuşağı, omzunda ceketi, yumurta topuklarıyla Bitpazarı’nın o eski bitirimleri yok… Olmasını istemiyoruz doğrusu. Ancak bir zamanlar Bursa’da yaşanan bu ilginç bitirim-efe yaşamının da farklı bir kültür yarattığını düşünüyoruz…