MIT (Massachussets Teknoloji Enstitüsü) nde çalışan Türkiye kökenli ünlü iktisatçı Daron Acemoğlunun yaptığı ve dünya çapında etki oluşturan Ulusların Düşüşü konulu çalışmasında önemli sonuçlara ulaşıldığını gözlemlemiştik.
Prof. Acemoğlu bu çalışması sonrasında Foreign Policy dergisinin 100 Global Düşünür listesine göre dünyada en çok alıntı yapılan 20 ekonomistten biri oldu.
Daha öncede gündeme getirdiğimiz bu çalışmada ülkelerin zengin ya da fakir olmalarının ne tür eğilimler sonucunda oluştuğu hususu bu araştırmanın ana konusu.
Yüzlerce yıllık tarihi süreçler mukayeseli olarak inceleniyor ve ülkelerin zengin yada fakir olmalarında coğrafi, kültürel ve insani özelliklerin esas etkiyi oluşturmadığı tespit ediliyor bu çalışmada.
Zenginliğin temel tetikleyicisi ve taşıyıcısının ülkelerin kurumlarının kapsayıcı yada dışlayıcı olup olmamasına bağlı olduğu gibi bir sonuca varılıyor.
KURUMLARA GÜVEN GEREKİYOR
Yani kapsayıcı kurumlara sahip ülkelerde bu kurumlara olan güven devam ettikçe ülke zenginleşiyor.
Aksi durumda kurumlar toplumu dışlayıcı bir rol üstleniyor.
Ve de toplumsal güven azalıyor ise toplumda motivasyon, bilim, üretim, katma değer ve zenginlik oluşmuyor, azalıyor.
Kurumların özelliği, bağımsızlığı, hesap verebilirliği ve şeffaflığının siyasi iktidarlar üzerinde bir yetki daralması yaşatmadığı aksine bu kurumların hedeflerini siyasi iradenin belirleyeceğine dikkat çekiliyor.
Ülkemizle ilgili çeşitli dönemlerde değerlendirme yapan uluslararası kuruluşların son dönemlerdeki raporlarında da Türkiyede kurumların bağımsızlığı üzerinde tereddütler oluştuğu ve de bazı kurumların kapsayıcılığı konusunda toplumda güven azalması oluştuğu yönünde ifadeler yer alıyor.
Ekonomide oluşan katma değerin dağıtılması, eğitim ve benzeri alanlarda eşitsizlik arttığında kurumlara güvenin azalacağını öngörebiliriz.
Ve kurumların zamanın gereğine göre kendilerini yenilemeleri önem arz etmektedir.
Türkiyede 2001-2007 yılları arasında kurumların kapsayıcı özelliklerinin gelişmesi verimlilik, demokrasi sivil toplum ilişkilerinin gelişmesi, işgücü kalitesi, yargı ve siyasi sistem reformları ile oluşan ortamda ülkemiz yıllık ortalama yüzde 6lık büyüme oranlarını yakalamıştı yani zenginleşmiş idi. Kurumlarla ilgili bu algıda azalma yaşandıkça büyüme oranlarındaki düşüşe de dikkat çekiliyor.
MEVCUT KURUMLARIMIZ KAPSAYICI MI?
Gelinen noktada Türkiyede tüm kurumların kapsayıcı olup olmadıkları noktasında kendilerini kontrolden geçirmeleri son derece önemli. Kamunun vatandaşla temas noktalarında ve ekonominin küresel gelişmeleri de dikkate alarak doğru yönlendirilmesinde kapsayıcı politikalar öne çıkıyor.
Örneğin mahkemelerin bağımsız ve tarafsız karar veriyor algısının oluşması, vergi idaresinin vergi incelemelerini şeffaf standartlar çerçevesinde yürüttüğü inancının piyasalarca kabul edilmesi, medyanın her türlü görüşün kendisini ifade edebileceği bir platform haline dönüşmesi, harcama kuruluşlarının kamuya mal ve hizmet alımlarında şeffaf ve herkese eşit mesafede durmaları ülkede güven ortamının oluşmasında son derece değerli örneklerdir.
Kamu bankalarının kredi tahsislerinde ayrım yapmaması, KOSGEB, İŞKUR, TÜBİTAK, TMSF, BDDK,EPDK, İller Bankası gibi düzenleyici kurumların uygulamalarından toplumun emin olacağı şeffaflıkta icraat yapmaları çok büyük olumlu tesir yaratabilir.
Kurumsal kapasitemizi ve kurumlarımızın kapsayıcılığını sürekli geliştirmeliyiz.
Dışlayıcı kurumlar toplumu ayrıştırır, fakirliğe davetiye çıkarır.
Etkin, verimli ve güven veren kurumsal yapılar ülkemizin yeni gündemi olmaya aday gözüküyor.
Kurumlarımızı konuşma zamanı
Ekohaber gazetesinde yazdığım ilk makalelerden biri Kurumların kapsayıcılığı üzerine idi.
- 23-01-2025 08:21
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...