Siz bu satırları okurken ben bir süreliğine Strasbourg,Amsterdam ve Helsinki'deyim.
Yazıları dışarıdan karalayacağım.
Bu kimine göre lay lay, kimine göre de 'hay hay'belki ama siyasetçi olmadığım için kimseye de eyvallah etmeyeceğim aşikar..
Bakalım Avrupa'dan Türkiye fotoğrafı nasıl görünüyor?
Gerçi ordan bakınca bir nanenin olacağı yok.
Avrupa'lının ne düşündüğünü iyi bilirim.
Ne beklediğinide..Onların kafalarında bir 3.halka geyiği oldum olası var..
Bazı AB'li siyasilerin kafasında bir 3. halka geyiği var.
Türkiye'yi o halkada görmek istiyorlar.
Paris Tarih Araştırmaları Enstitüsünde ders veren Prof.Jacques Rupnik,AB liderler zirvesi kararlarını değerlendirirken zirvede alınan kararla yeni bir Avrupa’nın ortaya çıktığını belirtmişti.
Miş diyorum..
Çünkü değerlendirmeleri ab kaynaklarında dolanıp duruyor.
Ekonomisi ciddi sıkıntı yaşayan AB’de ben Türkiye’nin rolünü merak ederken tarihçiler bazı öngörülerle vitrinde.
Bir süre sonra Avrupa 3 halkadan oluşacakmış.
3.halkada Türkiye gibi komşu ülkeler bulunacakmış.
Jacques Rupnik, Fransa,Almanya Polonya aksının hayata geçebileceğine işaret ederek ,değişken geometrili Avrupa (Europe of variable geometry) gündeme geleceğini savunuyor.
Peki bu halka mantığı nasıl oturacak?
Euro kullananan AB üyesi ülkeler çekirdek Avrupayı oluşuturacak.
İkinci halka ise AB üyesi ama euro kullanmayan ülkeler.
Üçüncü halkasınıda Ukrayna ve Türkiye gibi komşu ülkeler bulunacak.
Kafalarınca bir sınıflandırma yapmışlar işte.
Vallahi ne diyeyim sonuçtu bu iş soğan halkası değil.
Soğan kokar, sarımsakta.
Halkanın başına Hırvatistan bile gridikten sonra biz girsekte olur girmesekte.
Haaa bu sözü edilen 3. halkaya bizi ne zaman alırlar onuda bilemem.
Balkan ülkeleri sapır sapır içeri girerken Allah verede onlarda Yunanistan, İtalya, İrlanda’nın sonlarını yaşamasın.
Ama bence yaşarlar.
Victor Hugo'nun sefillerini kimse unutmasın...
Bakın bu koskoca AB’nin, 25 kocası var..Hele ki Fransa Allahlık..
Champs- Elysées’i de deli gibi alışveriş eden onca insan...
Balzac’ ın aristokratları bildiğini okur, Eyfel’ in hemen altında çimlere uzanıp şarabını açıp deli gibi sevişirler.. Banliyömü? O da ne?
Arka sokaklarda ise Victor Hugo’ nun sefilleri...
Adam bilmez ki sefilliği. Sınıflandırdığı, geri plana attığı bu getto neyi hayal eder, neyi yaşar? Umurunda mı? Asimile edilen bu yaşam biçiminin birikimiyse öfkeyle,şiddetle, alev alev bir Paris’ le ve olağan üstü hal ile sonuç bulmuştu..
Hatırlarsınız değil mi o tabloyu?
Ötekileştirmenin, yabancılaştırmanın, hak ihlallerinin nasıl bir şiddet doğurduğunun görüldüğü örneğini verenlerse bundan dersini iyi almalı.
Günlerce devam eden ve Avrupa’yı sarsan, ürküten “getto” gerçeğinin sonucu önemliydi.
Ama bu tablonun yaşanacağı daha önce Fransa’ da defalarca toplumbilimciler tarafından aktarılmıştı. Adam bunu görmüyor sana ‘özgürlük’ diye tutturuyor..
Bir taraftan da Avrupa’nın gerçeğine bakıyorum. Bizlere insan hakları dersi verenler, atıp tutanlar “ille de demokratikleşme. Onu, bunu, şunu serbest bırakın...” diyenler, şimdi kendi açmazlarında boğuluyor. Niye bu toplum o dönem ayaklandı?
Arkadaş sana sormazlar mı o zaman “senin neren demokratik?” diye...
Deveye sormuşlar... “Senin neren eğri?” diye..
O da yanıt vermiş... “ Nerem doğru ki?”...
İşte tüm bu vizyon değişikliğinden sonra yeni dönemin vitrinini çok önemsiyorum.
Yani neyi taşıyıp taşıyamayacağına..
Çıraklık döneminde ‘heyy özgür bırak’ dersi verenler, ustalık döneminde kendi evlerinde fırça yiyor da bizim meclisin yeni çırakları ne yapacak bu durumda?