Üç akarsuyun arasında

Üç akarsuyun arasında

Dersim’de toprağa bastım birkaç hafta önce.
Ama orası öyle düz, uysal bir toprak değil.  
İsyan ediyor…  
Sürekli kayan yamaçlar, coşkuyla akan sular..  
Kayalar, zamanın ağırlığıyla yuvarlanıyor dağlardan.  
Sanki her taş, geçmişin bir parçasını fırlatıyor aşağıya.

Dersim, doğası gereği içine kapanık bir yer.  
Ama bu kapanıklık, bir daralma değil, bir derinlik.  
İçine gömüldükçe seni içine çeken bir sessizlik denizi.

Ahmet Kaya’nın türküsünde dediği gibi:
Dersim dört dağ içinde  
Gülü bardağ içinde

Munzur Nehri’yle tanıştım orada.
Suyu buz gibi…  
Ama kalbi sıcak.  
Hiçbir şeyi unutmayan, ama herkesi affedebilen bir nehir.  
Bir bilge gibi akıyor, kendi bildiği yoldan sapmadan.

Nevruz zamanıydı.
Ateşin etrafında halay çeken insanlar gördüm.  
Ayakları yere vurdukça canlanan umutlar…  
Kara Çarşamba’da Hızır’a edilen dualar,  
kar gibi örtmüştü Dersim’in üzerini.  
Ve baharın habercisi o inatçı çiçekler,  
yine filizlenen umutlar, 
kırık toprağın içinden baş gösteriyordu.

Sonra Bursa’ya geçtim. Memleketime. 
O eski dost, Nilüfer Çayı’na…  
Annemin evinin yanından akan suya.  
Kokusunu hâlâ içimde taşıyorum:  
Islak toprak… taze çimen…  
Setbaşı deresinde dolaştım,  
Heykel turlarının arasında.  
Her ikisinde de derin bir şefkat var.  
Uludağ’dan inen suyu,  
telaşsız taşıyorlar.

Mudanya’da denizle buluştum sonra.
Dalgalar, hayatın şarkıya dönüşmüş hali gibi çarpıyordu kıyıya.  
Zeki Müren’in sesi yankılandı içimde:  
Gitmek mi zor, kalmak mı zor?

Bursa büyüyor…  
Büyüdükçe küçülüyor içimizde bazı şeyler.  
Ama kalplerimizin içi hep aynı..  
Bir tabak çerez, bir bardak çay,  
bir eski hikâye…

Ve şimdi Brüksel. 
Burada da akarsular var;  
kimi biraz gizli, biraz utangaç.  
Senne Deresi mesela...  
Şehrin içinden geçiyor ama çoğu zaman görünmüyor.  
Gizli kalmış bir damar adeta.  
Tıpkı buradaki gurbetçilerin iç dünyası gibi:  
sessiz, derinde… ama hep akan.

Bir de Brüksel Kanalı var.  
Görünürde soğuk, geometrik.  
Ama su işte.  
Denize bağlıysa, ona da bir sevda düşer.  
Belki bir selam verir geçerken,  
Mudanya’dan İstanbul’a giden deniz otobüsünün izlerine…  
Bir başka zaman, bir başka mevsim,  
belki Armutlu’nun sabah sisiyle karışmış bir hatırayı taşır.

Munzur’un kayalıklarından süzülen su,  
Uludağ’dan inen Nilüfer,  
Mudanya’dan İstanbul’a uzanan deniz,  
ve şimdi Brüksel’in bulutlu suları...
Hepsi birbirine değmiş.  
Belki fark etmeden…  
Ama özlerinden kopmadan.

Onların arasında gezinirken, 
benim de içimde bir nehir doğdu: 
İsimsiz ama taşıdığı bütün hikâyeleri bilen bir nehir.
Nereye aksa, oraya biraz kendinden taşıyor.

Sevgiyle kalın.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ